12 Mayıs 2010 Çarşamba

Yangın


Dünya üzerinde yaratılmış olan katı, gaz, ve sıvıların birçogunun yanıcı özelliği vardır. Yanma kimyasal tepkimeler sonuçu ortaya çıkar. Cisimlerin kimyasal özelliklerine baglı olarak içinde barındırdığı maddeler ısınma sonucu genleşirler ve oksijenle tepkimeye girdikleri anda yanmaya başlarlar. Yani Oksijen olmayan bir ortamda yangın çıkmaz.



Bu kimyasal tepkime sonucu cisim tutuşur yani üzerinde alevler oluşmaya başlar. İşte yangın dediğimiz cisim üzerindeki bu alevlerdir ve ve cisimdeki bu yangın o cismin içerisindeki kimyasal yapı bozulana kadar, yani içerisindeki kimsallar yanıp bitene kadar devam eder.

Bir cisim üzerinde çöıksada yangın deriz. Ancak dilimize yerleşmiş bir terim olarak yangın birden fazla cisim üzerinde çıkan ateşi ifade eder. Yani evde, ofiste yada ormanda. Ancak yangın kücük bir cisim üzerinde çıkar ve yangın söndürme çalışmasında bulunmazsanız bütün çevreye yayılır.

11 Mayıs 2010 Salı

Çığ




Çığların etkisini bertaraf etmek veya en aza indirgemek için çok farklı teknikler kullanılır. Uygulanan tekniklerden elde edilecek sonuçların uzun veya kısa vadeli olmasına, uygulandıkları yerlere, çığın türüne, çığın etkilediği alanın boyutuna, ve tekniklerin maliyetlerine göre çığ önleme yöntemleri "geçici veya kalıcı" olmak üzere iki sınıfa ayrılır. Bu yöntemler aşağıda kısaca açıklanmıştır.

A) Kalıcı Önlem Yöntemleri:

A.1) Aktif Kalıcı Önlem Yöntemleri (Başlangıç Bölgesinde Uygulanır)

Teraslama: Bu yöntem, genellikle yerleşim yeri dışındaki alan veya yapıları korumak için kullanılır. Teraslarda, basamağın üst kısmı sertleştirilerek ağaçlandırılır ve eğime dik yönde duvarlar ile desteklenirler ise daha tatmin edici sonuçlar alınabilir. Yamaç eğimlerine göre terasların inşa açıklık değerleri aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.

Yeniden Ağaçlandırma: Ağaç büyüme sınırına yakın kotlarda yeterli derinlikte ve uygunlukta toprak olan yamaçlarda yeniden ağaçlandırma yapılabilir. Özellikle kar çitleri veya ağları ile beraber kullanıldığında, ağaçların kar yüklerinden ve çığlardan zarar görmeleri önlendiğinden, çitler ekonomik ömrünü dolduruncaya kadar ağaçlarda yamaçta iyi bir koruma sağlayabilirler.

Şaşırtmacalı Kazıklar: Şaşırtmacalı kazıklar, çapları 10-20 cm arasında değişen, kazığın zemin üzerinde 30 - 200 cm'si kalacak şekilde şaşırtmacalı olarak dikilen ağaç kütükleridir. Çakılma aralıkları yamaç eğiminin ve kar derinliğinin artması ile birlikte azalır. Kütüğün gömülü kısmının toprak üstündeki bölümüne oranı 1:2 olmalıdır. Minimum gömme derinliği sert zeminlerde 60 cm, gevşek zeminlerde ise 80-100 cm'dir. Çok güvenli bir önlem yapısı değildir. Yerleşim yerlerini korumak için kullanılmazlar. Geniş alanlarda uygulanmalarının maliyeti zaman zaman çok yüksek olabilmektedir.

Tripodlar: Tripodlar (üçayaklar), ağaç kütükleri kullanılarak yapılan ve 3 ayrı kütüğün birbirleriyle birleştirilerek kullanıldıkları yapılardır. Eğim açısının 37o 'den düşük olduğu yamaçlarda kullanılırlar. Şaşırtmacalı kazıklar ile beraber kombine olarak da kullanılabilirler. Ancak, şaşırtmacalı kazıklarda olduğu gibi kesin bir çığı önleme garantisi vermez ve yerleşim yerlerini korumak için kullanılması uygun değildir.

Kar Çitleri: Kar çitleri, halen dünyada uygulanan en güvenli ve en uzun ömürlü aktif çığ önleme yapılarıdır. Bu çitler, ağaç, beton, alüminyum ve çelikten imal edilirler. Daha pahalı olmasına karşın çelik olanları yaklaşık 100 yıllık ekonomik ömürleri ile en iyi sonucu vermektedir. Ağaçtan yapılanların ki ise 20-40 yıl arasında değişmektedir. Sistemin kurulmasını pahalı olmasına karşın yerleşim yerlerini korumada gönül rahatlığı ile kullanılmaları, bu dezavatanjlarını gözardı edebilmemizi sağlamaktadır. Çitlerin projelendirilmesi sırasında kullanılacak malzeme türü, konumları, uzunlukları ve boyutlarının iyi dizayn edilmemesi sonucunda hem istenen sonuç alınamaz hemde yapılar doğal riskler (korozyon, kar yükü, kaya düşmesi, vb.) neticesinde tahrip olabilir.

Kar Ağları: Kar ağları da kar çitleri ile aynı görevi görürler. Ağlar çelikten yapılır, kurma işlemleri daha kolaydır. Kurma maliyetleri kar çitlerinin maliyetlerine çok yakın olmasına rağmen , kar çitleri kadar yüksek kar yükü taşıyamazlar.

Kar (rüzgar) Perdeleri: Kar (rüzgar) perdeleri, rüzgarın kar taşıma, biriktirme işlevini ve kar biriktirme yerini kontrol eden yapılardır.

Sel




Sel, bir bölgede toprağı belirli bir süre için tamamen veya kısmen su altında bırakan; ani, büyük ve düzensiz su akıntılarına verilen isimdir.. Bir akarsu veya deniz, göl gibi büyük su kitleleri kimi zaman fazlasıyla suyla yüklenir, bunun sonucunda taşarak yatağından çıkar ve "sel" adı verilen bir doğal felakete neden olur..

İnsanlar tarih öncesi çağlardan beri yaşamak için hep nehir kıyılarını ve deniz kenarlarını tercih etmiştirler, çünkü suya yakın olmak demek aynı zamanda kolay ulaşım, daha yumuşak bir iklim ve daha verimli topraklar demekti. Zaten eğer insanlar taşabilecek bu sulara yakın olmasalardı sel bir afet olarak sayılmayacaktı..

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Erezyon




Erozyon (toprak aşınması), koruyucu örtüden yoksun kalan toprağın su ve rüzgarın etkisiyle aşınması ve taşınması olayıdır.

Akarsu ve rüzgar erozyonunun birlikte etkili olduğu yerlerin ortak özelliği bitki örtüsü bakımından fakir olmalarıdır.
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de toprak kaybı sürecinin en önemli etkeni erozyondur. Arazi eğimi, iklim, bitki örtüsü ve toprak özelliklerinin etkileşimi sonucu oluşan doğal erozyonun yanı sıra, insanın doğaya müdahalesi temeline dayanan bir dizi yapay etken, erozyonu bir afet niteliğine dönüştürmektedir.

Türkiye kara yüzeyinin %90’ında çeşitli şiddetlerde erozyon devam etmektedir Türkiye’de akarsularla birlikte birim alandan taşınan toprak, ABD’nin 7, Avrupa’nın 17 ve Afrika’nın 22 katı daha fazla düzeydedir.

Erozyona neden olan en önemli iki etken, akarsu ve rüzgardır. Bunlar;

1)AKARSU
• Bol Yağış
• Arazinin Eğimi
• Bitki Örtüsünün Azlığı
• Toprak Yapısı

2)RÜZGAR
• Rüzgarın hızı
• Toprak yapısı
• Bitki örtüsünün azlığı

Yukarda maddeler haline getirdiğimiz nedenlerden dolayı erozyon oluşur. Buda, arazinin doğal dengesinin bozulmasına ve tarımsal alanlarda verim kaybına neden olmakta ve şehirlere göçü hızlandıran sebeplerin başında gelmektedir.

Erozyonu önlemenin yada en aza indirmenin belli başlı yöntemleri;
a) Eğimli alanlardaki tarım alanları,eğim yönünde sürülmeli.

b) Arazinin envanteri(ormanlık alan,otlaklık alan,tarım v.b) çıkarılmalı.

c) Doğal dengesi bozulmuş alanlar,bilimsel çalışmalar yapılarak ağaçlandırılmalı.Bu amaçla okullarımıza uygulamalı ders konmalı.

d) Elinde tarım arazisi bulunan halkımız eğitimden geçirilerek,hem kendi hem de ülke çıkarlarına yönelik tarımsal faaliyetler yapması sağlanmalı.

e) Bu amaçla kurulmuş (TEMA gibi) vakıf ve dernekler desteklenmeli, yenilerinin kurulması teşvik edilmeli ve milyonlarca öğrencimizin bu gibi kuruluşlarda aktif olarak görev alması sağlanmalıdır.

Görüldüğü gibi erozyon felaketi aza indirilebilir bir doğa olayıdır. Ancak ülkemizde TEMA vakfından başka her hangi bir kurum yada kuruluş tarafından ciddi bir çalışma yapılmamaktadır. Bizde erozyon felaketi hakkında tüm halk bilinçlendirilmeli ve eğitilmelidir. Bu olay ancak ele ele verilerek indirgenebilir. Yoksa vakıf çalışmaları veya tek birey çalışmaları erozyonu durdurmaya yetecek güçte değildir.

30 Nisan 2010 Cuma

Güneş nedir

Güneş, güneş sisteminin merkezinde yer alan yıldızdır. Yaklaşık 1,4 milyon km. çaplı sarı bir ana kol yıldızdır. Yer Samanyolu gökadasında bilinen 200 milyar yıldızdan birisi olan Güneş, kütlesi sıcak gazlardan oluşan ve çevresine ısı ve ışık yayan bir yıldızdır Güneşin çapı dünya çapının 109 katı (1.5 milyon km), hacmi 1.3 milyon katı ve ağırlığı 333.000 katı kadardır. Güneşin yoğunluğu ise Dünyanın yoğunluğunun ¼’ü kadardır. Güneş kendi ekseni etrafında saatte 70 000 km hızla döner. Bir turunu ise 25 günde tamamlar.

Güneş % 70 hidrojen, %20 helyum ve %5 de diğer elementlerden oluşur. Güneşte hidrojenin helyuma dönüşmesi sırasında (füzyon - erime birleşme) büyük bir enerji ortaya çıkar. Saniyede 600 milyon ton hidrojen helyuma dönüşür. Bu da her saniye Güneş`in 4.5 milyon ton hafiflemesine yol açar. Güneşteki füzyon olayı sonucunda kızıl kırmızımsı bir alev 15-20 bin km yükselir ki bu olaya Güneş Fırtınası da denir.

Güneşin yüzey sıcaklığı 5500°C ve çekirdeğinin sıcaklığıysa 15,6 milyon°C’dir. Güneşten çıkan enerjinin 2 milyonda birlik kısmı yeryüzüne ulaşır. Güneş’in üç günde yaymış olduğu enerji, dünyada ki tüm petrol, ağaç, doğalgaz, vb. yakıta eşdeğerdir. Güneş ışınları 8.44 dakikada yeryüzüne ulaşır. Güneş Dünyaya en yakın yıldızdır. Çekim kuvveti dünya yer çekiminin 28 katıdır. Güneş Dünya'nın en az 1 milyon katıdır.

Güneş enerjisini yüzeyindeki hidrojen atomlarının helyum atomlarına dönüşmesi sonucu bir patlama olur, bu patlamalardan günde milyonlarca olur bu şekilde güneş enerjisi meydana gelir.güneş sarı bir cisimdir. Dünyaya sıcaklık ve ışıklık saçar.

Yayla nedir



Yayla, yüksek yerlerdeki derin akarsu vadileriyle yarılmış düzlükler halinde bir coğrafî yeryüzü şekli. Yükseklikleri beş yüz metreden birkaç bin metreye kadar çıkabilir. Mesela Türkiye'deki Erzurum-Kars yaylasının yüksekliği 2000 metre civarında (1800 m) olmasına rağmen Orta Asya'da bulunan Pamir Yaylasının yüksekliği 4000 m civarındadır.
Yaylayı parçalayarak bir ağ gibi saran akarsu vadileri arasında kalan düz veya az eğimli yayla parçaları, vadilerin derinleşerek ve yayılarak genişlemesiyle daralır ve yayla dağlık-tepelik bir şekil alır.
Yaylaların meydana gelişleri değişik şekillerde olur. Bazı yaylalar, volkanlardanlavların meydana getirdiği tabakaların akarsular tarafından yarılmasıyla ortaya çıkar. Bu tip yaylalara Kuzey Amerika'da rastlanır. Diğer bir şekil ise aşınma neticesinde deniz seviyesine kadar alçalan düzlüklerin jeolojik püsküren hareketlerle tekrar yükselerek akarsular tarafından yarılmasıdır. Bazıları ise dağlar arasında meydana gelmiş olan geniş yatay düzlüklerin yine akarsu vadilerince yarılarak parçalanmasıyla ortaya çıkar.
Yayla, coğrafik bir yüzey şekli olması yanında memleketimizde değişik manalarda da kullanılır. Mesela yazın hayvan otlatmak için çıkılan dağlık ve ormanlık bölgelerdeki yüksek, düz, otluk yerlere yayla dendiği gibi; dinlenme, tatil yapma gayesiyle çıkılan yüksek yerlere, hatta şehir gibi yerleşim yerlerindeki yüksek kısımlarda bulunan mahallelere bile yayla adı verilir. Şehir ve köylere göre daha serin ve yağışlı olan bu tip yaylalar hayvancılığın gelişmesinde büyük fayda sağladığı gibi, bu yerlerde yaşayan ahaliye ekonomik destek de sağlar. Memleketimizde sayılamayacak kadar çok olan bu yaylaların dinlenme, turizm gayesiyle kullanılan ve mahalle niteliğinde olanları turizm tatil köyleri haline gelmekte hatta geçici yerleşim yeri olmaktan çıkıp daimi ikametgah yerleri olmaktadır.
Türkiye'nin hemen hemen bütün bölgelerinde yaylalara rastlamak mümkündür. Giresun-Akçalı köyü Tarsus-Namrun,Ardahan-Bülbülen,Posof-Urema, İskenderun-Soğukoluk ve Belen, Kemaliye-Sarıçiçek ve Munzur, Artvin-Kafkasör, Ordu-Çambaşı, Kaş-Gömbe, Mersin-Fındıklıpınar, Kadirli-Maksutoğlu, Cardak, Gürlevik Muğla-Karabağ, Giresun-Kümbet, Gümüşhane-Kadırga ülkemizin meşhur yaylalarındandır.

29 Nisan 2010 Perşembe

Ova nedir



Düzlük coğrafyada, deniz yüzeyine göre değişik yüksekliklerde olan az eğimli yerlere verilen isimdir. Düzlükler çiftçiliğe yaylalardan veya dağlardan daha elverişlidir. Birikinti ovaları (Alüvyonlu düzlük) uzun süreler boyunca dağlardan gelen nehirlerin biriktirdiği alüvyonlu topraklarla oluşmuş yeryüzü şekilleridir.

Göl nedir



Göl Nedir

Oluşması genellikle tektonik, volkanik vb. olaylara bağlı olan, toprakla çevrili, derin ve geniş, Tuzlu veya tuzsuz durgun Su örtüsüne Göl denir.

Göller

GÖL, karalar üzerindeki çanaklarda biriken, Okyanuslarla bağlantısı olmayan durgun su birikintilerine denir.Göllerin büyüklükleri,derinlikleri ve kimyasal özellikleri farklıdır. Yeryüzündeki bütün Göllerin alanı yaklaşık 2.5 milyon km²dir. Bu alan karalar yüzölçümünün %1.8dir. Dünya üzerinde en geniş Göl Hazar Gölü olup,en derin göl ise Baykal Gölü’dür. Deniz seviyesinden en aşağıda bulunan göl;Lût, en yüksekte bulunan göl ise Titicaca Gölü’dür.

Göllerin oluşumu,beslenme şartları ve sularının kimyasal yapıları değişik coğrafi faktörlere bağlıdır. Göllerin su Sıcaklığı ve tuzluluk oranları genellikle enleme bağlanabilir. Çoğunlukla Ekvator’dan kutuplara doğru gidildikçe göl sularının tuzluluğu ve sıcaklılığı azalma göstermektedir.

Göl sularının tuzluluk oranları birbirinden farklıdır.Göl suyunu dışarı boşaltıyorsa hem açık havzadır,hem de suları tatlıdır. Eğridir, Beyşehir, Manyas, Ulubat Gölleri gibi. Suyunu dışarıya boşaltamayan gölleri hem acı ( tuzlu )dır, hem de kapalı havzadır. Tuz,Burdur,Acıgöl gibi. Volkanik bölgelerden geçen akarsuların beslediği göllerin Suyu sodalı olur. Van Gölü gibi.

Göle dökülen fazla sular,göl suları göl çanağının bir yerinden akış bulur ve denize açılır.Gölün sularını denize boşaltan akarsuya gideğen ( göl ayağı ) denir.Göl sularının kimyasal özelliği,göl sularında erimiş halde bulunan oksitler,silikatlar,sülfatlar ve karbonhidratlara bağlıdır.

Yeryüzünde büyük ve derin Göller topluca bulunduğu gibi tek tek bulunan Göller de vardır.Yeryüzünde başlıca göl bölgeleri şöyledir:

* Afrika’nın doğusunda yer alan ve çöküntü hendeklerinde bulunan göller.

* Asya ‘da Hazar Gölü ve çevresindeki göller.

* K.Avrupa ve Amerika’da buzul aşındırması sonucu oluşan göller.


Göllerin bu şekilde yaygın olarak görüldüğü yerlere “Göller Bölgesi” denir.Ör->Antalya Bölümü’ndeki Göller Yöresi, G.Marmara Bölümü’ndeki göller.
Gölleri içinde bulundukları çanaklara göre iki ana grupta toplanır.

1) Set Gölleri : Bu göller çoğunlukla uzun bir çukurluğun yada vadilerin önünün herhangi bir setle kapanması ve bu setin gerisinde Suyun birikmesiyle oluşurlar.

a) Alüviyal Set Gölleri : Akarsuların taşıdıkları alüvyonları,bir vadi,bir ova ya da körfezin önünde biriktirmesi ile oluşan göllerdir.Ör-> Köyceğiz, Moğan, Eymir,

b) heyelan Set Gölleri : Heyelan sonucu akarsu vadilerini kapanması sonucu ile oluşan göllerdir.Ör-> Sera, Tortum, Abant,Sülük, Yedigöller .

c) Volkanik Set Gölleri : Bu göller patlamalar sırasında çıkan lavların,akarsu ya da çukurlukların önünü kapatmasıyla meydana gelen Göllere denir. Van Gölü çevresinde yer alan Balık, Erçek,Nazik, Bulanık lavlarının vadi önlerini kapatması ile oluşmuştur.
Bununla birlikte D.Anadolu Bölgemiz’de birçok irili ufaklı lav set gölleri bulunmaktadır.Bunlar; Çıldır, Haçlı Gölleri.

d) Kıyı Set Gölleri : Körfez ya da koyların ön taraflarının dalga biriktirmesi sonucu kapatılmasıyla oluşan göllere denir.
Bu tür göller genellikle deltaların gelişimi sırasında oluşurlar.Ülkemizde kıyı set Göllerine en güzel örnekler Marmara Denizi’nin kuzeyinde yer alan Küçük ve Büyük Çekmece Gölleri ile Terkos Gölü’dür. Bu göllere aynı zamanda deniz kulağı ya da lagün de denir.

e) Baraj Set Gölleri : İnsanlar tarafından Elektrik enerjisi elde etmek,sulama ve içme suyu sağlamak ya da su taşkınlıklarını önlemek için akarsu vadilerinin önlerinin çeşitli yapay setlerle kapatılması sonucu oluşan göllerdir.

Ülkemizdeki akarsu vadilerinin derin olması baraj yapımını kolaylaştırmıştır.Buna bağlı olarak ülkemizde hidro elektrik potansiyeli fazla olmuştur.Başlıca Göllerimiz şunlardır:

FIRAT → Atatürk, Karakaya, Keban, Özlice, Sürgü
DİCLE → Deve Geçidi, Kralkızı, Dicle, Batman, Ilısu
ARAS → Arpaçay
KIZILIRMAK → Hirfanlı, Kesikköprü, Kapulukaya, Altınkaya ,
YEŞİLIRMAK → Almus, Hasan Uğurlu, Suat Uğurlu
SAKARYA → Porsuk, Sarıyar, Çubuk- 1,Çubuk- 2, Kurtboğazı, Bayındır
SEYHAN → Seyhan,Çatalan
CEYHAN → Kartalkaya,Menzelet,Aslantaş
TARSUS ÇAYI → Berdan
GÖKSU → Kayraktepe
MANAVGAT → Oymapınar,Manavgat
B.MENDERES → Adıgüzel,Kemer
GEDİZ → Demirköprü

f) Moren Set Gölleri : Akarsu önlerinin morenler tarafından doldurulması sonucu oluşurlar.Kutuplar çevresindeki ülkelerde görülür. ABD, Kanada sınırındaki Superior, Büyük Esir, Büyük Ayı, Erie, Michigan Gölleri örnektir.

2) Yerli Kaya Gölleri : İç ve dış kuvvetlerin etkisiyle oluşan doğal çanakların Suyla dolması sonucu oluşan göllerdir. Bu göller, çanağı oluşturan iç ve dış kuvvete göre isim alır.

a) Tektonik Göller : Yer kabuğundaki kıvrılma,kırılma vb. Olaylarla oluşan çanaklardır.Ülkemizde fay hatları ile çöküntü alanları oldukça yaygın olduğundan bu tür göllere sıkça rastlanır.

Marmara Bölgesi’nde Sapanca, İznik, Manyas, Ege Bölgesi’nde Simav, Göller Yöresi’nde Beyşehir, Eğirdir, Acıgöl, Burdur, Ilgın, Akşehir, Eber, Suğla, Kovada, İç Anadolu Bölgesi’nde Tuz Gölü, Seyfe ve Tuzla, D.Anadolu Bölgesi’nde Van Gölü, Hazar, Hozapin gölleri tektonik göllere örnektir.

b) Karstik Göller : Kireçli,kalkerli ve jipsli kayaların bulunduğu karstik arazilerde suların eritmesi sonucu oluşan çanaklara daha sonra suların dolmasıyla oluşmuş göllerdir.

Ülkemizde karstik göllere daha çok Göller Yöresi’nde rastlanır. Kestel, Avlan, Salda, Suğla ve Obruk Platosunda yer alan Kızılören birer karstik göldür.

Aynı şekilde Göller Yöresi’nde yer alan Eğirdir,Beyşehir,Burdur ve Kovada gibi göllerin oluşumunda karstlaşmanın yanında tektonik hareketler de etkili olmuştur.

c) Krater Gölleri : Volkanizma faaliyetleri sonucunda değişik şekillerde oluşan krater çukurlarının sularla dolması sonucu oluşan göllerdir.
Ülkemizde krater Göllerinin en çok bilineni Nemrut Dağı’nın kraterinde oluşmuş Nemrut Krater Gölü’dür.Isparta’da yer alan Gölcük Gölü de bir krater gölü sayılabilir.İç Anadolu’da yer alan Meke Gölü,volkanik Gazların patlamasıyla oluşan bir maar çukurunun suyla dolması sonucu oluşmuştur.

d) Buzul Gölleri : Buzulların oluşturduğu çanaklarda suların birikmesiyle oluşmuşlardır.Bu tür göllere İskandinav Yarımadası ile Kanada’nın kuzeyinde sıkça rastlanır.Örneğin Finlandiya göller yöresi olarak bilinir.Finlandiya’da yer alan göllerin çoğu buzul gölleridir.

Ülkemizde bu göllere fazla rastlanmaz.Ancak Buzul,Kaçkar,Ağrı,Erciyes ile Toros Dağları’nın yüksek kısımlarında yer yer bu tür küçük göller görülebilmektedir.

Ülkemizdeki Göllerden tarım alanında sulama amaçlı, içme suyu elde etmede, su ürünleri üretiminde,ulaşımda,tuz elde etmede ve turizm faaliyetlerinde yararlanılmaktadır.

28 Nisan 2010 Çarşamba

Braj nedir



Suların depolandığı ve depolanan suların tepeden akıtılarak türbini ve jeneratörü çalıştırmasıyla elektrik enerjisinin üretildiği yerdir. Suların biriktirildiği yer baraj gölünü oluşturur. Baraj gölleri akarsu üzerine baraj seti kurulmasıyla oluşturulan yapay göllerdir. Türkiye’nin en büyük baraj gölü Atatürk Barajı Gölü’dür. Bu göl, Türkiye’nin en büyük iki gölü olan Van ve Tuz göllerinden sonra en büyük üçüncü göldür. Baraj göllerinden enerji üretimin yanı sıra, günlük kullanım ve tarım alanlarının sulanması için de yararlanılır. Gölet olarak adlandırılan göllerse kullanım alanı kısıtlı olan yapay göllerdir.

Fidanlarımız


Meyveli, meyvesiz, iki ya da daha çok yıl ömürlü ağaç ve ağaçları üretmek üzere kullanılan, tohumundan sürmüş ya da odunlaşmış dalları köklendirmiş genç bitkilere verilen ad Bunların yetiştirildiği yere fidanlık, bunları yetiştirme sanatına fidancılık denirMeyve veren ağaç ve ağaççıkların fidanları kâr ya da zevk amacı ile yapılan meyve bahçeleri ile bağların kurulmasında kullanılır Meyvesiz ağaç ve ağaççık fidanları ise süs bahçeleri, küçük korular, parkların kurulmasında işe yararlar.

27 Nisan 2010 Salı

Kağıtlar




Ts’ai Lun günümüzden yaklaşık 2000 yıl önce Çin’de yaşayan bir memurdu ve MS 105 yılında bugünkü kullanılan hali ile kağıdı icat etti. Dutağacı kabuğu, kenevir ve kumaş paçavralarını suyla karıştırarak ezdi, lapa haline getirdi, presleyerek suyunu çıkardı ve bu ince tabakayı kuruması için güneşin altında ipe astı.

Aslında insanlar MÖ 3500 yıllarında bile üzerine yazı yazabilecek çeşitli şeyler kullanıyorlardı. Kağıdın icadı sonraki devirlerde Çinlileri dünyanın en gelişmiş kültürünün sahibi yaptı. Şaşırtıcıdır ki, Orta Asya’ya 751, Bağdat’a ise 793 yılında ulaşan Ts’ai Lun’un kağıt yapma metodu, Avrupa’ya 1000 yılda gelemedi. Avrupa’da ilk kağıt ancak 1151 yılında İspanya’da yapılabildi.

Özellikle matbaanın icadı ile birlikte kağıda olan ihtiyaç gittikçe büyüdü. Yeterli hammadde bulmakta zorlanıldı. Ayrıca bu şekilde kağıt imalatı çok zaman alıyordu ve dünyanın bir çözüme ihtiyacı vardı.
Kesin tarih bilinmiyor ama yaklaşık 18. yüzyılın başlarında Fransız bilimci Rene-Antonie Ferchault de Reaumur ormanda ağaçların arasında yürürken bir yaban arısı kovanı gördü. Yaban arıları evlerinde olmadığından durup kovanı incelemeye başladı. Birden kovanın kağıttan yapılmış olduğunu gördü. Peki onlar paçavra kullanmadan kovanı nasıl yapıyorlardı? Sadece paçavra değil, kimyasallar, ateş ve karıştırma tanklarını da kullanmıyorlardı. Arılar insanların bilmediği neyi biliyorlardı? Aslında her şey çok basitti. Kısa bir gözlem sonucunda gördü ki, yaban arıları ince dalları veya çürümüş kütükleri kemirir gibi ağızlarına alıyorlar, burada mide sıvıları ve salyaları ile karıştırıyorlar ve kovanlarını yapmada kullanıyorlardı. Reaumur arıların sindirim sistemini de inceleyerek buluşunu 1719 yılında Fransız Kraliyet Akademisi’ne sundu.

İlk kağıt makinesi 1798 yılında yapıldı. Ancak bu geniş bir kayışın dönerek fıçıdaki lapayı aldığı ve ince kağıt haline getirdiği, her dönüşte tek bir kağıt yapabilen basit bir makine idi. Silindirli makine çok geçmeden 1809 yılında John Dickinson tarafından icat edildi.

Günümüzde kağıt üretimi yüksek teknoloji ile ve tam otomatik olarak yapılabilmektedir ama işlemin aslı esas olarak değişmemiştir. Kağıtların arasındaki kalite farkını kullanılan lifin türü, lapanın hazırlanışı, içine katılan malzemeler, kimyasal veya mekanik metotlar belirler. Her ne kadar liflerin elde edilmesinde ağaçlar ana kaynak ise de özellik taşıyan kağıtların yapılmasında günümüzde sentetik lifler de kullanılmaktadır.

Akarsular





Yağmur Suyu ile Beslenen Akarsular: Akdeniz ve Karadeniz akarsuları böyledir. Az yağışlı aylarda suları çeklidiği için rejimleri düzensizdir. b) Kar ve Buz Suları ile Beslenen Akarsular: Yüksek alanlardan inen akarsılar buralardaki buzullarla beslenirler. Maksimum akımları karların eridiği ilkbahar ve yaz aylarıdır. Doğu Anadolu, Doğu Karadeniz ile Torosların yüksek kesimlerinde bu tür akarsulara rastlanır.

c) Kaynak Suları ile Beslenen Akarsular: Başta Akeniz bölgesi olmak üzere ülkemizin heryerinde görülür. Kaynaktan beslendiği için debisi yıl içinde çok az değişir.
d) Göl Suları ile Beslenen Akarsular: Göllerin fazla suyunu boşaltan göl ayağı (gideğen) da denilen akarsulardır. Bunlarında debileri fazla değişmez. Kovada Çayı, Çarşamba Suyu gibi.
c) Karma Rejimli Akarsular: Uzunluğu fazla olan dolayısıyla beslenme sahaları geniş akarsulardır. Debileri yıl içinde inişli çıkışlıdır. Fırat, Dicle, Seyhan, Ceyhan, Kızılırmak ve Yeşilırmak gibi.

TÜRKİYE'DEKİ AKARSU REJİMLERİ
1-Yağmurlu Akdeniz Rejimi:Kış mevsiminin yağışlı olması nedeniyle akarsular bol su taşırlar. Yaz kuraklığı nedeniyle ve kaynak suları ile yeterince beslenemediği için yazın suları son derece azdır. Akdeniz,Ege ve Marmara bölgesi akarsularında görülen akarsu rejimidir.
2-Yağmurlu Karadeniz Rejimi:Karadeniz ikliminin yağış rejimine bağlı olarak her mevsim su taşırlar, rejimleri nispeten düzenlidir. Yağmurlarla birlikte, dağlardan gelen kar suları eklendiği zaman ilkbahar aylarında seviyeleri yükselir.
3-İç Bölgelerin Akarsu Rejimi:Kışın yağışın kar şeklinde olması ve erimemesi nedeniyle kışın suları azalır. İlkbahar ve yaz mevsiminde karların erimesi ile suları bollaşır. Çok kısa bir süre içerisinde birdenbire kabararak coşkun bir şekilde akan, sonra kuruyacak duruma gelen ve hatta kuruyan akarsular sel rejimli akarsulardır. Bu tip akarsuların oluşmasında bitki örtüsünün cılız olmasının da rolü vardır. Daha çok İç Anadolu'da görülür.
4-Karma Rejimli Akarsular:Farklı iklim bölgelerinden geçen ve çeşitli kaynaklardan beslenen akarsular karma rejimlidir. Fırat,Dicle,Nil
Akış Sürelerine Göre
Akarsular Daimi Akarsular:Nemli bölgeleri karekterize ederler. Senenin bütün günü yatakta su mevcuttur.
Mevsimlik Akarsular:Senenin kurak ve yağışlı farklı iki mevsime ayrıldığı bölgelerde görülür.
Geçici Akarsular:Yağışın çok nadir ve zaman bakımından belirsiz olduğu bölgelerde görülür.
Türkiye'de ki Akarsular
Karadeniz'e Dökülenler:Sakarya,Filyos Çayı,Bartın Çayı, Yeşilırmak, Kızılırmak ve Çoruh'tur.
Marmara Denizi'ne Dökülenler:Susurluk ve Gönen Çayı
Ege Denizi'ne Dökülenler: Bakırçay, Gediz,B. Menderes, K. Menderes ve Meriç'tir.
Akdeniz'e Dökülenleralaman Çayı, Manavgat Çayı, Aksu,Göksu,Seyhan,Ceyhan ve Asi'dir.
Ülkemizde Doğup Dış Ülkelerden Denize Dökülenler:Aras,Kura,Arpaçay,Fırat,Dicle,Çoruh
Dış Ülkelerden Doğup Ülkemizde Denize Dökülenler:Meriç,Asi

TÜRKİYE'DEKİ AKARSULARIN ÖZELLİKLERİ
1-Yeryüzü şekillerinin genel uzanışına paralel olarak doğu-batı yönlü akarlar. Fakat denize dökülecekleri yerlerde dağları enine yararak boğazlar oluştururlar.
2-Uzunlukları fazla değildir. Bunun nedeni,dağların kıyıya paralel uzanması ve Türkiye'nin çok geniş bir ülke olmamasıdır.
3-Yerşekillerinden dolayı akarsu havzaları dardır.
4-Bol su taşımazlar. Bunun nedeni,iklimin fazla yağışlı olmaması ve havzaların dar olmasıdır.
5-Rejimleri düzensizdir. Nedeni,ülkemizde belli bir sıcaklık ve kurak mevsimin bulunması,yağış ve kar erime zamanlarının farklılık göstermesidir.
6-Ortalama yükseltinin fazla olmasından dolayı fazla akışlıdırlar.
7-Akarsular bir çok yerde dar ve derin vadilerden aktıkları için hidroelektrik enerji potansiyelleri fazladır.
8-Yer yer su taşkınlarına ve erozyona neden olurlar.

Türkiye akarsuları
Türkiye’ de irili ufaklı bir çok akarsu vardır. Bunların büyük bir kısmı dağlardan, bazıları da ova ve yaylalardan doğarak çeşitli havzalara yönelir.
Bu havzaların en genişi Karadeniz havzasıdır. Yani Türkiye’ deki akarsuların önemli bir kısmı Karadeniz’e dökülür. Bu suların çoğu Karadeniz dağlarının kuzey yamaçlarından doğarak az bir yol aldıktan sonra denize varan kısa akarsular, bir kısmı da İç Anadolu’dan doğarak Karadeniz dağları arasındaki boğazlardan geçip denize varan uzun akarsulardır (kızıl ırmak, yeşil ırmak, Sakarya, Çoruh gibi). Aynı durum Akdeniz’e varan sularda da görülür. Buna karşılık Ege havzası akarsuları vadilerinin çok içerilere uzanışı bakımından diğer iki bölgeye benzemez. Bu bölgenin kısa akarsuları doğudan batıya uzanan oluk biçimindeki vadilerden geçerek önemli bir dağ engeli aşmadan denize ulaşır. Akarsularımızın bir kısmı da Marmara’ya dökülür. Kuzeyden dökülenler, güneyden gelenler uzuncadır.
Bu dört denize dökülen akarsuların dışında kalan bazı ırmaklar da sınırlarımız dışına çıkarak başka ülkelerde denize dökülür. Bunlardan ARAS ve KURA nehirleri Hazar Denizi’ne, DİCLE ve FIRAT nehirleri Hint Okyanusu’na ulaşır
Türkiye’de denizlere ulaşan akarsulardan başka akarsularda vardır. Bu sular denize ulaşamayıp kapalı havzalarda son bulur. Başlıca üç kapalı havza vardır:İç Anadolu, Göller yöresi ve Van. İç Anadolu’da, TOROS ve ERCİYES’ ten inen suları alan DEVELİ, TOROSLAR’ dan ve başka çevreden gelen suları toplayan Ereğli ve Konya havzaları ile daha geniş bir alanın sularını alan Tuz Gölü kapalı havası gibi dağınık havzalar bulunur. Buralarda toplanan irili ufaklı akarsuların dördü önemlidir: PEÇENEK SUYU, ULUÇAY, KIRKDELİK SUYU, İNSUYU.
Göller yöresi kapalı havzası İç Anadolu da kilerden farklıdır. Çoğunlukla kalkerli araziden oluşan bu bölgede daha çok yeraltına akış veren çukurlar bulunur. Çevreden gelen sular bu çukurlardaki deliklerden yeraltına boşaltıldığı için, bölgede genellikle yerüstü su akışı oluşamaz.
Doğuda bulunan Van kapalı havzasının ortasında Van Gölü yer alır. BENDİMAHİ, ZİLAN, KARASU ve HOSAP SUYU olmak üzere bir çok akarsu bu göle dökülür.

TÜRKİYE'DEKİ AKARSU REJİMLERİ
1-Yağmurlu Akdeniz Rejimi:Kış mevsiminin yağışlı olması nedeniyle akarsular bol su taşırlar. Yaz kuraklığı nedeniyle ve kaynak suları ile yeterince beslenemediği için yazın suları son derece azdır. Akdeniz,Ege ve Marmara bölgesi akarsularında görülen akarsu rejimidir.
2-Yağmurlu Karadeniz Rejimi:Karadeniz ikliminin yağış rejimine bağlı olarak her mevsim su taşırlar, rejimleri nispeten düzenlidir. Yağmurlarla birlikte, dağlardan gelen kar suları eklendiği zaman ilkbahar aylarında seviyeleri yükselir.
3-İç Bölgelerin Akarsu Rejimi:Kışın yağışın kar şeklinde olması ve erimemesi nedeniyle kışın suları azalır. İlkbahar ve yaz mevsiminde karların erimesi ile suları bollaşır. Çok kısa bir süre içerisinde birdenbire kabararak coşkun bir şekilde akan, sonra kuruyacak duruma gelen ve hatta kuruyan akarsular sel rejimli akarsulardır. Bu tip akarsuların oluşmasında bitki örtüsünün cılız olmasının da rolü vardır. Daha çok İç Anadolu'da görülür.
4-Karma Rejimli Akarsular:Farklı iklim bölgelerinden geçen ve çeşitli kaynaklardan beslenen akarsular karma rejimlidir. Fırat,Dicle,Nil
Akış Sürelerine Göre
Akarsular Daimi Akarsular:Nemli bölgeleri karekterize ederler. Senenin bütün günü yatakta su mevcuttur.
Mevsimlik Akarsular:Senenin kurak ve yağışlı farklı iki mevsime ayrıldığı bölgelerde görülür.
Geçici Akarsular:Yağışın çok nadir ve zaman bakımından belirsiz olduğu bölgelerde görülür.

TÜRKİYE'DE Kİ AKARSULAR
Karadeniz'e Dökülenler:Sakarya,Filyos Çayı,Bartın Çayı, Yeşilırmak, Kızılırmak ve Çoruh'tur.
Marmara Denizi'ne Dökülenler:Susurluk ve Gönen Çayı
Ege Denizi'ne Dökülenler: Bakırçay, Gediz,B. Menderes, K. Menderes ve Meriç'tir.
Akdeniz'e Dökülenleralaman Çayı, Manavgat Çayı, Aksu,Göksu,Seyhan,Ceyhan ve Asi'dir.
Ülkemizde Doğup Dış Ülkelerden Denize Dökülenler:Aras,Kura,Arpaçay,Fırat,Dicle,Çoruh
Dış Ülkelerden Doğup Ülkemizde Denize Dökülenler:Meriç,Asi

TÜRKİYE'DEKİ AKARSULARIN ÖZELLİKLERİ
1-Yeryüzü şekillerinin genel uzanışına paralel olarak doğu-batı yönlü akarlar. Fakat denize dökülecekleri yerlerde dağları enine yararak boğazlar oluştururlar.
2-Uzunlukları fazla değildir. Bunun nedeni,dağların kıyıya paralel uzanması ve Türkiye'nin çok geniş bir ülke olmamasıdır.
3-Yerşekillerinden dolayı akarsu havzaları dardır.
4-Bol su taşımazlar. Bunun nedeni,iklimin fazla yağışlı olmaması ve havzaların dar olmasıdır.
5-Rejimleri düzensizdir. Nedeni,ülkemizde belli bir sıcaklık ve kurak mevsimin bulunması,yağış ve kar erime zamanlarının farklılık göstermesidir.
6-Ortalama yükseltinin fazla olmasından dolayı fazla akışlıdırlar.
7-Akarsular bir çok yerde dar ve derin vadilerden aktıkları için hidroelektrik enerji potansiyelleri fazladır.
8-Yer yer su taşkınlarına ve erozyona neden olurlar.

Sular



Dünya yüzeyinin dörtte üçü sularla kaplıdır.Ancak bu suyun büyük bir kısmı tuzlu su halinde denizlerdedir.Dünya su rezervinin ancak % 2,6’sı tatlı sulardan oluşur.Su yeryüzünde sürekli hareket halindedir.Su kullanılır fakat tüketilemez.Kullanılmış olan su genellikle aynı miktarda kirletilmiş olarak yeniden çevreye verilir.Suların ana deposu denizlerdir Denizlerden buharlaşarak atmosfere karışan su yağışlarla yeryüzüne taşınır.Yeryüzüne düşen yağışın bir kısmı yeraltına sürüklenirken bir kısmı da akış halinde yeniden denizlere döner.Yer kabuğu tarafından tutulan suda buharlaşma ve bitkilerin transpirasyonu yoluyla atmosfere karışır.Bu olaya hidrolik çevrim denir.Bir günde atmosfere karışan su 1200km3 olarak hesap edilmiştir.

SUYUN FİZİKSEL ÖZELLİKLERİ:
RENK:Su saf halde renksizdir.Suları renkli yapan neden ise içindeki yabancı maddelerdir.Suda çözünen ve kolloidal olarak asılı bulunan organik maddeler suyu renklaendirir.Demir krom mangan gibi bazı metal bileşikleri de suya renk verir.

KOKU VE TAT: Suyun kokusu ve tadı su içinde çözünmüş halde bulunan gazlar ve organik maddelerden kaynaklanır. Bu maddeler genellikle amonyak sülfürler´siyanürler fenoller serbest klor petrol atıkları bitkisel ve hayvansal atıklar ve bazı mikroorganizmalar suya hoş olmayan tat ve kokular verirler.Yer altı suları genellikle kokusuzdur sular kükürtlü bir tabakadan geçerse suya çürük yumurta kokusu verir.sodyum klorürlü sular tuzlu magnezyum sülfatlı sular acı olur. Kaynatılmış suyun tadının hoş olmaması sıcaklık artışa ile su içinde çözünmüş oksijen ve karbondioksitin azalmış olmasıdır.İçme suyu için en uygun sıcaklık 7-10C’arasıdır.

BULANIKLIK: Su içinde çözünmüş olarak süspansiyon ve kolloidal halde bulunan çok küçük çaplı taneciklerdir.bunlar bulanıklığı oluşturur.Bulanıklık su kalitesi açısından istenmeyen bir özelliktir.Gıda sanayinde tekstil ve kağıt üretiminde kullanılacak olan sularda bulanıklılık büyük önem taşır.
SICAKLIK: Yüzeysel suların sıcaklıkları doğal olarak iklime göre belirlenir.Genel olarak ekvatordan uzaklaştıkça ve deniz seviyesinden yükseldikçe suların sıcaklığı düşer.Yer altı sularının sıcaklığı ise daha çok derinliğe bağlı olup20-40 metre derinlikte(ortalama 33 metrede) 1C yükselir,

ELEKTRİKSEL İLETKENLİK: İletkenlik suyun elektrik akımını geçirme özelliğini ölçer. İletkenlik iyon halindeyken çözünmüş tuzun bulunmasına bağlıdır ve sıcaklık derecesine ve çözünmüş tuzun konsantrasyonuna bağlı olarak artar İletkenlik ölçümü suyun saflığını değerlendirmeye yarar. Saf suyun saflığı çok azdır ve buda kendi iyon ayrışmasından dolayıdır.

H2O H+ OH-

İyonizasyon sabiti: K: [H+] [OH-] : 10-14

Bir suyun elektriksel iletkenliği suda çözünmüş bulunan iyonların cinsi ve konsantrasyonuna bağlıdır.çözünmüş tuz konsantrasyonu arttıkça iletkenlikte artış olur Bu nedenle suların elektriksel iletkenliği ölçülerek çözünmüş tuz miktarı hakkında fikir edinilebilirBir çözeltini özgül elektriksel direnci 1cm2 yüzey alanı ve 1cm uzaklıkta iki elektrot arasında ölçülen dirençtir( ρ : ohm cm) Elektriksel iletkenlik ise elektriksel direncin tersi olarak tanımlanır iletkenlik µs/cm olarak gösterilir

SUYUN KİMYASAL ÖZELLİKLERİ:
SUYUN MOLEKÜLER YAPISI:
Su hidrojen ve oksijen atomlarının birleşmesinden oluşan kararlı bir moleküldür.Kimyasal formülü şöyledir.

H2+ 1/2O2 H2O

Suyun üç şekli vardır :
Sulp (katı ): Normal atmosfer basıncında O C0’nin altında
Sıvı: Normal atmosfer basıncında O C0 İle 100C0 arasında
Gaz: Normal atmosfer basıncında 100C0’den yüksekte

PH :doğal suların PH değerleri içerdikleri maddelere göre değişir.belli bir sıcaklıkta suyun PH derecesi hidrojen iyonlarının aktivitesine bağlıdır

PH= - log(H+) olarak ifade edilir.
Saf su çok az olarak iyonlarına ayrılır.Ayrışma sabiti 25 C’de Ksu = 10-14’tür.


H2O H+ + OH-

Ksu=(H+) (OH-) = 10-

Kuraklık



Bir bölgede nem miktarındaki geçici dengesizliğin o bölgedeki su kıtlığı ile ilişkisi olarak kabaca tanımladığımız kuraklık doğal bir iklim olayıdır ve herhangi bir zamanda herhangi bir yerde meydana gelebilir..

Kuraktan nemli iklim tiplerine kadar her yerde görülebilir. Bununla beraber kurak iklimler nem eksikliğinden ve yüksek değişkenlikteki yağıştan dolayı kuraklığa karşı daha hassas konumdadırlar. Ekstrem olaylar içinde kuraklık genellikle yavaş gelişir, sıklıkla uzun bir süreklilik gösterir ve atmosferik tehlikeler içinde tahmini en az olanı olması ile birlikte etkileri çok geniştir.

Kuraklık tabiatın gizli bir tehlikesidir. Genellikle herhangi bir mevsim veya bir zaman diliminde yağış miktarındaki azalmadan dolayı meydana gelir. Kuraklık hesaplamalarında bir bölgedeki yağış ve evapotranspirasyon (buharlaşma+terleme) arasındaki dengenin uzun süreli ortalaması göz önünde bulundurulmalıdır.

Depremler




Bilindiği gibi yurdumuz dünyanın en etkin deprem kuşaklarından birinin üzerinde bulunmaktadır. Geçmişte yurdumuzda birçok yıkıcı depremler olduğu gibi, gelecekte de sık sık oluşacak depremlerle büyük can ve mal kaybına uğrayacağımız bir gerçektir.

Deprem Bölgeleri Haritası'na göre, yurdumuzun %92'sinin deprem bölgeleri içerisinde olduğu, nüfusumuzun %95'inin deprem tehlikesi altında yaşadığı ve ayrıca büyük sanayi merkezlerinin %98'i ve barajlarımızın %93'ünün deprem bölgesinde bulunduğu bilinmektedir.

Son 58 yıl içerisinde depremlerden, 58.202 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 122.096 kişi yaralanmış ve yaklaşık olarak 411.465 bina yıkılmış veya ağır hasar görmüştür. Sonuç olarak denilebilir ki, depremlerden her yıl ortalama 1.003 vatandaşımız ölmekte ve 7.094 bina yıkılmaktadır.



DEPREM NEDİR ?

Yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yeryüzeyini sarsma olayına "DEPREM" denir.

Deprem, insanın hareketsiz kabul ettiği ve güvenle ayağını bastığı toprağın da oynayacağını ve üzerinde bulunan tüm yapılarında hasar görüp, can kaybına uğrayacak şekilde yıkılabileceklerini gösteren bir doğa olayıdır.

Depremin nasıl oluştuğunu, deprem dalgalarının yeryuvarı içinde ne şekilde yayıldıklarını, ölçü aletleri ve yöntemlerini, kayıtların değerlendirilmesini ve deprem ile ilgili diğer konuları inceleyen bilim dalına "SİSMOLOJİ" denir.







Yer Kabuğu Hareketinin Şematik Anlatımı

DEPREMİN OLUŞ NEDENLERİ VE TÜRLERİ:

Dünyanın iç yapısı konusunda, jeolojik ve jeofizik çalışmalar sonucu elde edilen verilerin desteklediği bir yeryüzü modeli bulunmaktadır. Bu modele göre, yerkürenin dış kısmında yaklaşık 70-100 km.kalınlığında oluşmuş bir taşküre (Litosfer) vardır. Kıtalar ve okyanuslar bu taşkürede yer alır.Litosfer ile çekirdek arasında kalan ve kalınlığı 2.900 km olan kuşağa Manto adı verilir. Manto'nun altındaki çekirdegin Nikel-Demir karışımından oluştuğu kabul edilmektedir.Yerin, yüzeyden derine gidildikçe ısının arttığı bilinmektedir. Enine deprem dalgalarının yerin çekirdeğinde yayılamadığı olgusundan giderek çekirdeğin sıvı bir ortam olması gerektiği sonucuna varılmaktadır.

Manto genelde katı olmakla beraber yüzeyden derine inildikçe içinde yerel sıvı ortamları bulundurmaktadır.

Taşküre'nin altında Astenosfer denilen yumuşak Üst Manto bulunmaktadır.Burada oluşan kuvvetler, özellikle konveksiyon akımları nedeni ile, taş kabuk parçalanmakta ve birçok "Levha"lara bölünmektedir. Üst Manto'da oluşan konveksiyon akımları, radyoaktivite nedeni ile oluşan yüksek ısıya bağlanmaktadır. Konveksiyon akımları yukarılara yükseldikçe taşyuvarda gerilmelere ve daha sonra da zayıf zonların kırılmasıyla levhaların oluşmasına neden olmaktadır. Halen 10 kadar büyük levha ve çok sayıda küçük levhalar vardır. Bu levhalar üzerinde duran kıtalarla birlikte, Astenosfer üzerinde sal gibi yüzmekte olup, birbirlerine göre insanların hissedemeyeceği bir hızla hareket etmektedirler.

Konveksiyon akımlarının yükseldiği yerlerde levhalar birbirlerinden uzaklaşmakta ve buradan çıkan sıcak magmada okyanus ortası sırtlarını oluşturmaktadır. Levhaların birbirlerine değdikleri bölgelerde sürtünmeler ve sıkışmalar olmakta, sürtünen levhalardan biri aşağıya Manto'ya batmakta ve eriyerek yitme zonlarını oluşturmaktadır. Konveksiyon akımlarının neden olduğu bu ardışıklı olay tatkürenin altında devam edip gitmektedir.

İşte yerkabuğunu oluşturan levhaların birbirine sürtündükleri, birbirlerini sıkıştırdıkları, birbirlerinin üstüne çıktıkları ya da altına girdikleri bu levhaların sınırları dünyada depremlerin oldukları yerler olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünyada olan depremlerin hemen büyük çoğunluğu bu levhaların birbirlerini zorladıkları levha sınırlarında dar kuşaklar üzerinde olusmaktadır.

Yukarıda, yerkabuğunu oluşturan "Levha"ların, Astenosferdeki konveksiyon akımları nedeniyle hareket halinde olduklarını ve bu nedenle birbirlerini ittiklerini veya birbirlerinden açıldıklarını ve bu olayların meydana geldiği zonların da deprem bölgelerini oluşturduğunu söylemistik.

Birbirlerini iten ya da diğerinin altına giren iki levha arasında, harekete engel olan bir sürtünme kuvveti vardır. Bir levhanın hareket edebilmesi için bu sürtünme kuvvetinin giderilmesi gerekir.

İtilmekte olan bir levha ile bir diğer levha arasında sürtünme kuvveti aşıldığı zaman bir hareket oluşur. Bu hareket çok kısa bir zaman biriminde gerçekleşir ve şok niteliğindedir. Sonunda çok uzaklara kadar yayılabilen deprem (sarsıntı) dalgaları ortaya çıkar.Bu dalgalar geçtiği ortamları sarsarak ve depremin oluş yönünden uzaklaştıkça enerjisi azalarak yayılır. Bu sırada yeryüzünde, bazen gözle görülebilen, kilometrelerce uzanabilen ve FAY adı verilen arazi kırıkları oluşabilir. Bu kırıklar bazen yeryüzünde gözlenemez, yüzey tabakaları ile gizlenmiş olabilir. Bazen de eski bir depremden oluşmuş ve yerüzüne kadar çıkmış, ancak zamanla örtülmüş bir fay yeniden oynayabilir.

Depremlerinin olusumunun bu sekilde ve "Elastik Geri Sekme Kuramı" adı altında anlatımı 1911 yılında Amerikalı Reid tarafından yapılmıştır ve laboratuvarlarda da denenerek ispatlanmıştır.

Bu kurama göre, herhangibir noktada, zamana bağımlı olarak, yavaş yavaş oluşan birim deformasyon birikiminin elastik olarak depoladığı enerji, kritik bir değere eriştiğinde, fay düzlemi boyunca var olan sürtünme kuvvetini yenerek, fay çizgisinin her iki tarafındaki kayaç bloklarının birbirine göreli hareketlerini oluşturmaktadır. Bu olay ani yer değiştirme hareketidir. Bu ani yer değiştirmeler ise bir noktada biriken birim deformasyon enerjisinin açığa çıkması, boşalması, diğer bir deyişle mekanik enerjiye dönüşmesi ile ve sonuç olarak yer katmanlarının kırılma ve yırtılma hareketi ile olmaktadır.

Aslında kayaların, önceden bir birim yerdeğiştirme birikimine uğramadan kırılmaları olanaksızdır. Bu birim yer değiştirme hareketlerini, hareketsiz görülen yerkabuğunda, üst mantoda oluşan konveksiyon akımları oluşturmakta, kayalar belirli bir deformasyona kadar dayanıklılık gösterebilmekte ve sonrada kırılmaktadır. İşte bu kırılmalar sonucu depremler oluşmaktadır. Bu olaydan sonra da kayalardan uzak zamandan beri birikmiş olan gerilmelerin ve enerjinin bir kısmı ya da tamamı giderilmiş olmaktadır.

Çoğunlukla bu deprem olayı esnasında oluşan faylarda, elastik geri sekmeler (atım), fayın her iki tarafında ve ters yönde oluşmaktadırlar.

FAYLAR genellikle hareket yönlerine göre isimlendirilirler. Daha çok yatay hareket sonucu meydana gelen faylara "Doğrultu Atımlı Fay"denir. Fayın oluşturduğu iki ayrı blokun birbirlerine göreli olarak sağa veya sola hareketlerinden de bahsedilebilinir ki bunlar sağ veya sol yönlü doğrultulu atımlı faya bir örnektir.

Düsey hareketlerle meydana gelen faylara da "Egim Atımlı Fay"denir. Fayların çoğunda hem yatay, hem de düsey hareket bulunabilir.



DEPREM TÜRLERİ :

Depremler oluş nedenlerine göre degişik türlerde olabilir. Dünyada olan depremlerin büyük bir bölümü yukarıda anlatılan biçimde oluşmakla birlikte az miktarda da olsa baska doğal nedenlerle de olan deprem türleri bulunmaktadır. Yukarıda anlatılan levhaların hareketi sonucu olan depremler genellikle "TEKTONİK" depremler olarak nitelenir ve bu depremler çoğunlukla levhalar sınırlarında olusurlar.Yeryüzünde olan depremlerin %90'ı bu gruba girer. Türkiye'de olan depremler de büyük çoğunlukla tektonik depremlerdir. İkinci tip depremler "VOLKANİK" depremlerdir. Bunlar volkanların püskürmesi sonucu oluşurlar.Yerin derinliklerinde ergimiş maddenin yeryüzüne çıkışı sırasındaki fiziksel ve kimyasal olaylar sonucunda oluşan gazların yapmış oldukları patlamalarla bu tür depremlerin maydana geldiği bilinmektedir. Bunlar da yanardağlarla ilgili olduklarından yereldirler ve önemli zarara neden olmazlar. Japonya ve İtalya'da olusan depremlerin bir kısmı bu gruba girmektedir. Türkiye'de aktif yanardağ olmadığı için bu tip depremler olmamaktadır.

Bir başka tip depremler de "ÇÖKÜNTÜ" depremlerdir. Bunlar yer altındaki boşlukların (mağara), kömür ocaklarında galerilerin, tuz ve jipsli arazilerde erime sonucu oluşan boşlukları tavan blokunun çökmesi ile oluşurlar. Hissedilme alanları yerel olup enerjileri azdır fazla zarar getirmezler. Büyük heyelanlar ve gökten düşen meteorların da küçük sarsıntılara neden olduğu bilinmektedir.

Odağı deniz dibinde olan Derin Deniz Depremlerinden sonra, denizlerde kıyılara kadar oluşan ve bazen kıyılarda büyük hasarlara neden olan dalgalar oluşur ki bunlara (Tsunami) denir. Deniz depremlerinin çok görüldüğü Japonya'da Tsunami'den 1896 yılında 30.000 kisi ölmüstür.



DEPREM PARAMETRELERİ :

Herhangibir deprem oluştuğunda, bu depremim tariflenmesi ve anlaşılabilmesi için "DEPREM PARAMETRELERİ" olarak tanımlanan bazı kavramlardan söz edilmektedir. Aşağıda kısaca bu parametrelerin açıklaması yapılacaktır.

ODAK NOKTASI (HİPOSANTR)
Odak noktası yerin içinde depremin enerjisinin ortaya çıktığı noktadır.Bu noktaya odak noktası veya iç merkez de denir.Gerçekte , enerjinin ortaya çıktığı bir nokta olmayıp bir alandır , fakat pratik uygulamalarda nokta olarak kabul edilmektedir.



Odak noktası, dış merkez ve sismik deprem dalgalarının yayılışı



DIŞ MERKEZ (EPİSANTR)
Odak noktasına en yakın olan yer üzerindeki noktadır.Burası aynı zamanda depremin en çok hasar yaptığı veya en kuvvetli larak hissedildiği noktadır.Aslında bu , bir noktadan çok bir alandır.Depremin dış merkez alanı depremin şiddetine bağlı olarak çeşitli büyüklüklerde olabilir. Bazen büyük bir depremin odak noktasının boyutları yüzlerce kilometreyle de belirlenebilir.Bu nedenle "Episantr Bölgesi" ya da "Episantr Alanı" olarak tanımlama yapılması gerçeğe daha yakın bir tanımlama olacaktır.

ODAK DERİNLİĞİ :
Depremde enerjinin açığa çıktığı noktanınyeryüzünden en kısa uzaklığı, depremin odak derinliği olarak adlandırılır. Depremler odak derinliklerine göre sınıflandırılabilir.Bu sınıflandırma tektonik depremler için geçerlidir.Yerin 0-60 km.derinliğinde olan depremler sığ deprem olarak nitelenir.Yerin 70-300 km.derinliklerinde olan depremler orta derinlikte olan depremlerdir.Derin depremler ise yerin 300 km.den fazla derinliğinde olan depremlerdir.Türkiye'de olan depremler genellikle sığ depremlerdir ve derinlikleri 0-60 km.arasındadır.Orta ve derin depremler daha çok bir levhanın bir diğer levhanın altına girdiği bölgelerde olur.Derin depremler çok genis alanlarda hissedilir , buna karşılık yaptıkları hasar azdır.Sığ depremler ise dar bir alanda hissedilirken bu alan içinde çok büyük hasar yapabilirler.

EŞŞİDDET (İZOSEİT) EĞRİLERİ :
Aynı şiddetle sarsılan noktaları birbirine bağlayan noktalara denir. Bunun tamamlanmasıyla eşşıddet haritası ortaya çıkar. Genelde kabul edilmiş duruma göre, eğrilerin oluşturduğu yani iki eğri arasında kalan alan, depremlerden etkilenme yönüyle, şiddet bakımından sınırlandırılmış olur. Bu nedenle depremin şiddeti eşşiddet eğrileri üzerine değil, alan içerisine yazılır.

ŞİDDET :
Herhangibir derinlikte olan depremin, yeryüzünde hissedildiği bir noktadaki etkisinin ölçüsü olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir deyişle depremin şiddeti, onun yapılar, doğa ve insanlar üzerindeki etkilerinin bir ölçüsüdür. Bu etki, depremin büyüklüğü, odak derinliği, uzaklığı yapıların depreme karşı gösterdiği dayanıklılık dahi değişik olabilmektedir. Şiddet depremin kaynağındaki büyüklüğü hakkında doğru bilgi vermemekle beraber, deprem dolayısıyla oluşan hasarı yukarıda belirtilen etkenlere bağlı olarak yansıtır.

Depremin şiddeti, depremlerin gözlenen etkileri sonucunda ve uzun yılların vermiş olduğu deneyimlere dayanılarak hazırlanmış olan "Şiddet Cetvelleri"ne göre değerlendirilmektedir. Diğer bir deyişle "Deprem Şiddet Cetvelleri" depremin etkisinde kalan canlı ve cansız herşeyin depreme gösterdiği tepkiyi değerlendirmektedir. Önceden hazırlanmış olan bu cetveller, her şiddet derecesindeki depremlerin insanlar, yapılar ve arazi üzerinde meydana getireceği etkileri belirlemektedir.

Bir deprem oluştuğunda, bu depremin herhangibir noktadaki şiddetini belirlemek için, o bölgede meydana gelen etkiler gözlenir. Bu izlenimler Şiddet Cetveli'nde hangi şiddet derecesi tanımına uygunsa, depremin şiddeti, o şiddet derecesi olarak değerlendirilir. Örneğin; depremin neden olduğu etkiler, şiddet cetvelinde VIII şiddet olarak tanımlanan bulguları içeriyorsa, o deprem VIII şiddetinde bir deprem olarak tariflenir. Deprem Şiddet Cetvellerinde, şiddetler romen rakamıyla gösterilmektedir. Bugün kullanılan batlıca şiddet cetvelleri değiştirilmiş "Mercalli Cetveli (MM)" ve "Medvedev-Sponheur-Karnik (MSK)" şiddet cetvelidir. Her iki cetvelde de XII şiddet derecesini kapsamaktadır. Bu cetvellere göre,şiddeti V ve daha küçük olan depremler genellikle yapılarda hasar meydana getirmezler ve insanların depremi hissetme şekillerine göre değerlendirilirler.

VI-XII arasındaki şiddetler ise, depremlerin yapılarda meydana getirdiği hasar ve arazide oluşturduğu kırılma, yarılma, heyelan gibi bulgulara dayanılarak değerlendirilmektedir.

MAGNİTÜD :
Deprem sırasında açığa çıkan enerjinin bir ölçüsü olarak tanımlanmaktadır. Enerjinin doğrudan doğruya ölçülmesi olanağı olmadığından, Amerika Birleşik Devletleri'nden Prof.C.Richter tarafından 1930 yıllarında bulunan bir yöntemle depremlerin aletsel bir ölçüsü olan "Magnitüd" tanımlanmıştır. Prof .Richter, episantrdan 100 km. uzaklıkta ve sert zemine yerlestirilmis özel bir sismografla (2800 büyütmeli, özel periyodu 0.8 saniye ve %80 sönümü olan bir Wood-Anderson torsiyon Sismografı ile) kaydedilmiş zemin hareketinin mikron cinsinden (1 mikron 1/1000 mm) ölçülen maksimum genliğinin 10 tabanına göre logaritmasını bir depremin "magnitüdü" olarak tanımlamıştır. Bugüne dek olan depremler istatistik olarak incelendiğinde kaydedilen en büyük magnitüd değerinin 8.9 olduğu görülmektedir(31 Ocak 1906 Colombiya-Ekvator ve 2Mart 1933 Sanriku-Japonya depremleri).

Magnitüd, aletsel ve gözlemsel magnitüd değerleri olmak üzere iki gruba ayrılabilmektedir.

Aletsel magnitüd, yukarıda da belitildiği üzere, standart bir sismografla kaydedilen deprem hareketinin maksimum genlik ve periyod değeri ve alet kalibrasyon fonksiyonlarının kullanılması ile yapılan hesaplamalar sonucunda elde edilmektedir. Aletsel magnitüd değeri, gerek hacim dalgaları ve gerekse yüzey dalgalarından hesaplanılmaktadır.

Genel olarak, hacim dalgalarından hesaplanan magnitüdler (m), ile yüzey dalgalarından hesaplanan mağnitüdler de (M) ile gösterilmektedir. Her iki magnitüd değerini birbirine dönüştürecek bazı bağıntılar mevcuttur.

Gözlemsel magnitüd değeri ise, gözlemsel inceleme sonucu elde edilen episantr şiddetinden hesaplanmaktadır. Ancak, bu tür hesaplamalarda, magnitüd-şiddet bağıntısının incelenilen bölgeden bölgeye değiştiği de gözönünde tutulmalıdır.

Gözlemevleri tarafından bildirilen bu depremin magnitüdü depremin enerjisi hakkında fikir vermez. Çünkü deprem sığ veya derin odaklı olabilir. Magnitüdü aynı olan iki depremden sığ olanı daha çok hasar yaparken, derin olanı daha az hasar yapacağından arada bir fark olacaktır. Yine de Richter ölçeği (magnitüd) depremlerin özelliklerini saptamada çok önemli bir unsur olmaktadır.

Depremlerin şiddet ve magnitüdleri arasında birtakım ampirik bağıntılar çıkarılmıştır. Bu bağıntılardan şiddet ve magnitüd değerleri arasındaki dönüşümleri aşağıdaki gibi verilebilir.

Siddet
IV
V
VI
VII
VIII
IX
X
XI
XII

Richter Magnitüdü
4
4.5
5.1
5.6
6.2
6.6
7.3
7.8
8.4






DEPREMİN DİĞER ÖZELLİKLERİ :

Bazen büyük bir deprem olmadan önce küçük sarsıntılar olur. Bu küçük sarsıntılara "ÖNCÜ DEPREMLER" denilmektedir. Büyük bir depremin oluşundan sonra da belki birkaç yüz adet küçük deprem olmaya devam etmektedir. Bu küçük depremler "ARTÇI DEPREMLER" olarak isimlendirilir ve büyük depremin oluş anına göre bunların şiddetinde ve sayısında azalım görülür.



DEPREM ŞİDDET CETVELİ :

Şiddet cetvellerinin açıklamasına geçmeden önce, burada kullanılacak terimlerin belirtilmesine çalışılacaktır. Özel bir şekilde depreme dayanıklı olarak projelendirilmemiş yapılar üç tipe ayrılmaktadır:

A Tipi : Kırsal konutlar, kerpiç yapılar, kireç ya da çamur harçlı moloz taş yapılar.

B Tipi : Tuğla yapılar, yarım kagir yapılar, kesme taş yapılar, beton biriket ve hafif prefabrike yapılar.

C Tipi : Betonarme yapılar, iyi yapılmış ahşap yapılar.

Siddet derecelerinin açıklanmasında kullanılan az, çok ve pekçok deyimleri ortalama bir değer olarak sırasıyla, %5, %50 ve %75 oranlarını belirlemektedir.

Yapılardaki hasar ise beş gruba ayrılmıştır :

Hafif Hasar : İnce sıva çatlaklarının meydana gelmesi ve küçük sıva parçalarının dökülmesiyle tanımlanır.

Orta Hasar : Duvarlarda küçük çatlakların meydana gelmesi, oldukça büyük sıva parçalarının dökülmesi, kiremitlerin kayması, bacalarda çatlakların oluşması ve bazı baca parçalarının aşağıya düşmesiyle tanımlanır.

Ağır Hasar : Duvarlarda büyük çatlakların meydana gelmesi ve bacaların yıkılmasıyla tanımlanır.

Yıkıntı : Duvarların yarılması, binaların bazı kısımlarının yıkılması ve derzlerle ayrılmış kısımlarının bağlantısını kaybetmesiyle tanımlanır.

Fazla Yıkıntı : Yapıların tüm olarak yıkılmasıyla tanımlanır.

Şiddet çizelgelerinin açıklanmasında her şiddet derecesi üç bölüme ayrılmıştır.

Bunlardan;

a) Bölümünde depremin kişi ve çevre,

b) Bölümünde depremin her tipteki yapılar,

c) Bölümünde de depremin arazi üzerindeki etkileri belirtilmistir.

MSK Siddet Cetveli :
I- Duyulmayan
(a) : Titreşimler insanlar tarafından hissedilmeyip, yalnız sismograflarca kaydedilirler.

II- Çok Hafif
(a) : Sarsıntılar yapıların en üst katlarında ,dinlenme bulunan az kişi tarafından hissedilir.

III- Hafif
(a) : Deprem ev içerisinde az kişi, dışarıda ise sadece uygun şartlar altındaki kişiler tarafından hissedilir. Sarsıntı, yoldan geçen hafif bir kamyonetin meydana getirdiği sallantı gibidir. Dikkatli kişiler, üst katlarda daha belirli olan asılmış eşyalardaki hafif sallantıyı izleyebilirler.

IV- Orta Şiddetli
(a) : Deprem ev içerisinde çok, dışarıda ise az kişi tarafından hissedilir. Sarsıntı, yoldan geçen ağır yüklü bir kamyonun oluşturduğu sallantı gibidir. Kapı, pencere ve mutfak eşyaları v.s. titrer, asılı eşyalar biraz sallanır. Ağzı açık kaplarda olan sıvılar biraz dökülür. Araç içerisindeki kişiler sallantıyı hissetmezler.

V- Şiddetli
(a) : Deprem, yapı içerisinde herkes, dışarıda ise çok kişi tarafından hissedilir. Uyumakta olan çok kişi uyanır, az sayıda dışarı kaçan olur. Hayvanlar huysuzlanmaya başlar. Yapılar baştan aşağıya titrerler, asılmış eşyalar ve duvarlara asılmış resimler önemli derecede sarsılır. Sarkaçlı saatler durur. Az miktarda sabit olmayan eşyalar yerlerini değistirebilirler ya da devrilebilirler. Açık kapı ve pencereler şiddetle itilip kapanırlar, iyi kilitlenmemiş kapalı kapılar açılabilir. İyice dolu, ağzı açık kaplardaki sıvılar dökülür. Sarsıntı yapı içerisine ağır bir eşyanın düşmesi gibi hissedilir.
(b) : A tipi yapılarda hafif hasar olabilir.
(c) : Bazen kaynak sularının debisi değişebilir.

VI- Çok Şiddetli
(a) : Deprem ev içerisinde ve dışarıda hemen hemen herkes ratafından hissedilir. Ev içerisindeki birçok kişi korkar ve dışarı kaçarlar, bazı kişiler dengelerini kaybederler. Evcil hayvanlar ağıllarından dışarı kaçarlar. Bazı hallerde tabak, bardak v.s.gibi cam eşyalar kırılabilir, kitaplar raflardan aşağıya düşerler. Ağır mobilyalar yerlerini değiştirirler.
(b) : A tipi çok ve B tipi az yapılarda hafif hasar ve A tipi az yapıda orta hasar görülür.
(c) : Bazı durumlarda nemli zeminlerde 1 cm.genişliğinde çatlaklar olabilir. Dağlarda rastgele yer kaymaları, pınar sularında ve yeraltı su düzeylerinde değişiklikler görülebilir.

VII- Hasar Yapıcı
(a) : Herkes korkar ve dışarı kaçar, pek çok kişi oturdukları yerden kalkmakta güçlük çekerler. Sarsıntı, araç kullanan kişiler tarafından önemli olarak hissedilir.
(b) : C tipi çok binada hafif hasar, B tipi çok binada orta hasar, A tipi çok binada ağır hasar, A tipi az binada yıkıntı görülür.
(c) : Sular çalkalanır ve bulanır. Kaynak suyu debisi ve yeraltı su düzeyi değişebilir. Bazı durumlarda kaynak suları kesilir ya da kuru kaynaklar yeniden akmaya başlar. Bir kısım kum çakıl birikintilerinde kaymalar olur. Yollarda heyelan ve çatlama olabilir. Yeraltı boruları ek yerlerinden hasara uğrayabilir. Taş duvarlarda çatlak ve yarıklar oluşur.

VIII- Yıkıcı
(a) : Korku ve panik meydana gelir. Araç kullanan kişiler rahatsız olur. Ağaç dalları kırılıp, düşer. En ağır mobilyalar bile hareket eder ya da yer değiştirerek devrilir. Asılı lambalar zarar görür.
(b) : C tipi çok yapıda orta hasar, C tipi az yapıda ağır hasar, B tipi çok yapıda ağır hasar, A tipi çok yapıda yıkıntı görülür. Boruların ek yerleri kırılır. Abide ve heykeller hareket eder ya da burkulur. Mezar taşları devrilir. Taş duvarlar yıkılır.
(c) : Dik şevli yol kenarlarında ve vadi içlerinde küçük yer kaymaları olabilir. Zeminde farklı genişliklerde cm.ölçüsünde çatlaklar oluşabilir. Göl suları bulanır, yeni kaynaklar meydana çıkabilir. Kuru kaynak sularının akıntıları ve yeraltı su düzeyleri değişir.

IX- Çok Yıkıcı
(a) : Genel panik. Mobilyalarda önemli hasar olur. Hayvanlar rastgele öte beriye kaçışır ve bağrışırlar.
(b) : C tipi çok yapıda ağır hasar, C tipi az yapıda yıkıntı, B tipi çok yapıda yıkıntı, B tipi az yapıda fazla yıkıntı ve A tipi çok yapıda fazla yıkıntı görülür. Heykel ve sütunlar düşer. Bentlerde önemli hasarlar olur. Toprak altındaki borular kırılır. Demiryolu rayları eğrilip, bükülür yollar bozulur.
(c) : Düzlük yerlerde çokça su, kum ve çamur tasmaları görülür. Zeminde 10 cm. genişliğine dek çatlaklar oluşur. Eğimli yerlerde ve nehir teraslarında bu çatlaklar 10 cm.den daha büyüktür. Bunların dışında, çok sayıda hafif çatlaklar görülür. Kaya düşmeleri, birçok yer kaymaları ve dağ kaymaları, sularda büyük dalgalanmalar meydana gelebilir. Kuru kayalar yeniden sulanır, sulu olanlar kurur.

X- Ağır Yıkıcı
(b) : C tipi çok yapıda yıkıntı, C tipi az yapıda yıkıntı, B tipi çok yapıda fazla yıkıntı, A tipi pek çok yapıda fazla yıkıntı görülür. Baraj, bent ve köprülerde önemli hasarlar olur. Tren yolu rayları eğrilir. Yeraltındaki borular kırılır ya da eğrilir. Asfalt ve parke yollarda kasisler olusur.
(c) : Zeminde birkaç desimetre ölçüsünde çatlaklar oluşabilir. Bazen 1 m. genişliğinde çatlaklar da olabilir. Nehir teraslarında ve dik meyilli yerlerde büyük heyelanlar olur. Büyük kaya düşmeleri meydana gelir. Yeraltı su seviyesi değişir. Kanal, göl ve nehir suları karalar üzerine taşar. Yeni göller olusabilir.

XI - Çok Ağır Yıkıcı
(b) : İyi yapılmış yapılarda, köprülerde, su bentleri, barajlar ve tren yolu raylarında tehlikeli hasarlar olur. Yol ve caddeler kullanılmaz hale gelir. Yeraltındaki borular kırılır.
(c) : Yer, yatay ve düşey doğrultudaki hareketler nedeniyle geniş yarık ve çatlaklar tarafından önemli biçimde bozulur. Çok sayıda yer kayması ve kaya düşmesi meydana gelir. Kum ve çamur fışkırmaları görülür.

XII- Yok Edici (Manzara Değişir)
(b) : Pratik olarak toprağın altında ve üstündeki tüm yapılar baştanbaşa yıkıntıya uğrar.
(c) : Yer yüzeyi büsbütün değişir. Geniş ölçüde çatlak ve yarıklarda, yatay ve düşey hareketlerin yön miktarları izlenebilir. Kaya düşmeleri ve nehir versanlarındaki göçmeler çok geniş bir bölgeyi kaplarlar. Yeni göller ve çağlayanlar oluşur.

Ay ve özellikleri




Ay Ve Özellikleri Ay Nedir

Ay dünyamızın 1/50'si kadardır. Bu sebeple Ay'da yerçekimi azdır(dünyadakinin 1/6'sı kadardır)
Ayda Atmosfer yoktur Bunun sonucunda
Hava ve su yoktur
Meteorolojik olay (iklim) görülmez
Meteorlar doğrudan ay yüzeyine düşer Sonuçta büyük krater çukurlukları oluşmuştur
Günlük sıcaklık farkı fazladır Bu sebeple mekanik çözülme fazladır
Canlı hayatı yoktur
İç ısısını kaybetmiştir Bundan dolayı volkanik olay görülmez

Ay günü
Dünyadaki herhangi bir meridyenin ard arda iki kez Ay'ın karşısından geçinceye kadar geçen süredir. Bu süre 24 saat 50 dakikadır.

Güneş Günü 24 Saattir
Ay günü ile güneş günü arasındaki zaman farkından dolayı bir yerde Ay her gün bir önceki güne göre daha geç gözlenir ve gel-git olayı daha geç oluşur.

Ay'ın aydınlık yüzünün dünyadan görünüşünde bir ay boyunca meydana gelen değişikliklerdir. Yeniay ve dolunay evrelerinde büyük gel-git yaşanır. Sebebi dünya ay ve güneşin aynı doğrultuda olmasıdır. İlk ve son dördünde ise küçük gel-git yaşanır.

Güneş tutulması Ay'ın Güneş ile Dünya arasına girmesi ve bazı özel koşulların sağlanması neticesinde meydana gelir. Tutulmanın olabilmesi için Ay'ın Dünya etrafındaki yörüngesiyle Dünyanın Güneş etrafındaki yörüngesinin kesişim yerlerini belirleyen düğüm noktalarında veya bu noktalar civarında (Yeniay safhasında) bulunması gerekir.

Bilindiği üzere bir yıl içerisinde Ay Dünya etrafında 12 kez dolanır. Dolayısıyla eğer Ay'ın yörünge düzlemi Dünya'nınkiyle çakışık olsaydı bir yılda 12 kez Güneş tutulması meydana gelebilirdi. Fakat durum böyle değildir. Ay'ın ve Dünya'nın yörüngeleri arasında 5°'lik bir açı vardır. Yörüngelerdeki bu konum nedeniyle Güneş Ay ve Dünya'ın aynı çizgi üzerinde olmaları çok sık karşılaşılan bir durum değildir. Böylece her ay bir Güneş tutulması oluşması engellenmiş olur. Nitekim bir yılda en az iki en çok beş Güneş tutulması meydana gelebilir. Bu tutulmaların da az bir bölümü Tam Güneş Tutulması'dır. Ayrıca Tam Güneş Tutulması Dünya üzerinde tam gölgenin düştüğü çok dar bir bölgeden izlenebilir. Bu da Tam Güneş Tutulması'nın belli bir bölgeden görülme sıklığını çok azaltır. Örneğin 11 Ağustos 1999'dakinden sonra ilk Tam Güneş Tutulması 21 Haziran 2001 tarihinde oldu ve Türkiye'den izlenemedi. Yurdumuzdan izlenebilecek bir sonraki Tam Güneş Tutulması ancak 29 Mart 2006'da gerçekleşecek .

Ay dünya etrafındaki yörüngesini tamamlarken dünyanın güneş ve ay arasında kalmasına neden olabilir. Bu durumda ay yüzeyine düşen güneş ışınları dünya tarafından engellenmiş olur. Karanlıkta kalan ay kısa süreli de olsa dünyadan gözlenemez bu olaya ay tutulması adı verilir. Bulutsuz bir gecede çıplak gözle rahatlıkla fark edilebilen bu olay güneş tutulmasına göre dünya yüzeyinde daha geniş bir alandan gözlenebilir. Ay tutulmasının dünya yüzeyinden gözlenebildiği alan dünyanın yarısından 24º kadar fazladır.

Ay'ın Özellikleri
Ay diğer gezegenler gibi rotar yapmaz. Onun kendine özel halleri vardır. Bir turu esnasında yeni ay ve dolunay zamanları vardır. Yeni ay olduğu burcun karşıtında 14 gün sonra dolunay olur.

Yeni Ay
(İlk yarı dolunaya kadar)
Enerji potansiyelinin pozitif olarak arttığı verimli bir zamandır. Bu dönemde hastalıklar kolay şifa bulur. Damarlarda kan çoğalır canlıların vücudu güçlenir. Hücre artışı çoğalır. Dikilen bitkiler iyi gelişir. Kekler börekler iyi kabarır ve lezzetli olur. Bu süreçte başlanan işler iyi gider verimli olur. Ayrıca insanların zekaları artar. Vücudumuzun bioritmi ile de ilgilidir. Duygu potansiyelimiz güçlenir. Bu yönden kendimizi iyi hissederiz.
Avlanan hayvanlar daha rahat muhafaza edilebildiği için avcılar genellikle yeni ay dönemlerini tercih ederler.

Dolunay
Enerji potansiyeli çok yüksektir fakat bu kez negatif yönde. Ay'ın insan üzerindeki güçlü çekim kuvveti vücuttaki sıvı miktarının çoğalmasına yol açar. Bu durum bedensel ve ruhsal değişikliklere zemin hazırlar.

Duygu taşkınlıkları kavgalar cinayetler çoğalır. Yangın çıkmasında tecavüz olaylarında artış görülür. İntiharların çoğu bu dönemde gerçekleşir. Kanamalar artar. Bu zamanda yapılan ameliyatlar çok kanamalı olur. Hastalıkların iyileşmesi uzar.

Ayın ikinci yarısında damarlardaki kan azalır büyüme ve gelişme yavaşlar. Hasta olanların bedenleri zayıflayacağından şikayetler artar. İnsan zekasında düşüş görülür. Bu dönemde dikilen bitkiler ya kurur veya büyümesi yavaş olur.Dolunay zamanları saç tırnak sakal kesmek için uygun zamanlardır.

Ay Tutulması
Özel bir durumdur. Bulunduğu burç ve evle ilgili konularda değişiklik getirir. Bir yıldızla kavuşum veya zıt durumda ise önemlidir.

Hangi burçta tutulmuşsa o burçtan olan kişiler üzerinde etkili olur. Mutlaka sıkıntı getirdiği söylenemez. Ancak yeniliklere ve değişikliğe kapalı olanları zorlar

Yıldızlar




Güneş sistemi dışında bulunan ve pek uzakta olduğu için durağan gibi görünen gök cismi.Yıldızlar, görünümlerine göre başka bir deyimle verdikleri tayfa göre üç gruba ayrılırlar: 1 - Beyaz ya da mavimsi yıldızlar: Bunlar en geç ve en yeni olan yıldızlardır. 2 - Sarı yıldızlar: Orta yaşlı olarak kabul edilen yıldızlardır. 3 - Kırmızı yıldızlar: En eski ve en ihtiyar yıldızlardır.


Ay ışığı olmayan berrak gecelerde yığınları, Nebülöz, Samanyolu denilen varlıklardan ileri gelen lekeler görünür. Bu lekelerden en büyüğü Samanyolu olup Gök`ü kuşak gibi bir yandan öbür yanına kadar kaplar. Bu beyazlıklarda bazıları dürbünlerle incelendiği zaman binlerce yıldızı bir arada toplanmasından meydana geldiği görülür. Bu beyazlıklara Yıldız yığını denir. Yıldız yığınları görünen şekillerine göre; küresel yıldız yığınları, açık yıldız yığınları, ortak özel hareketli yıldız grubu olmak üzere üçe ayrılır. Küresel yıldız yığınlarının genel şekilleri küre gibidir. Görünen kürenin merkezinde yıldızlar çok yoğun olduğundan burası çok parlaktır. En iyi gözlenen yıldız yığınları bunlardır. Şimdiye kadar 86 tane gözlenebilmiştir. Açık yıldız yığınlarının ise şekilleri düzgün değildir. Yıldızların yoğunluğu merkeze doğru artar. Ortak özel hareketi olanların bu gruba dahil olup olmadıkları, özel hareketleri uzun uzadıya incelenerek bulunur.

Gece ve Gündüz

Çok eskiden insanlar gökyüzündeki Güneş ve Ay’ın, Dünyanın çevresinde döndüğüne inanılırdı. Günümüzde ise Dünya’nın, Güneş’in etrafında döndüğünü biliyoruz. Dünya aynı zamanda sürekli olarak kendi etrafında da dönmektedir.



Bir el feneri Güneş olarak düşünülürse, önüne konulan topun bir tarafı aydınlanırken, diğer tarafı karanlık kalır.

Bu durumda sizce gündüz nasıl geceye, gece nasıl gündüze dönüşür?

Dünya’mızın kendi ekseni etrafında dönmesiyle gece ve gündüz oluşur.• Dünya’nın, kendi etrafındaki dönüş hareketinin yönü batıdan doğuya doğrudur.
• Dünya’nın kendi etrafındaki bir tam dönüşünü tamamladığı süreye bir gün adı verilir.
• Bir günlük süre içinde bir kez gündüz, bir kez gece olur.
• Dünya’nın ışık alan bölümlerinde gündüz, ışık almayan bölümlerinde ise gece yaşanır.
• Gece ve gündüzden oluşan bir günlük süre, Dünya’nın kendi etrafındaki bir tam dönüş hareketinin tamamlandığı doğa olayıdır.
• Saat ise insanların, Dünya’nın bu hareketini tamamladığı bir günlük süreyi, 24 zaman dilimine ayırmasıyla oluşturduğu bir zaman süresidir.
• İnsanlar bir günlük süreyi 24 saat kabul etmişlerdir.

Şimsek ve yıldırım




Şimşek ; elektrik yüklü bir bulut ile diğer bir bulut arasındaki elektrik boşalmasıdır. Önceden tahmin edilmesi oldukça zordur. Fakat belli hava koşullarında meydana gelir.
Yıldırım ise; bulut ile yeryüzü arasındaki elektrik boşalmaları olarak tanımlanır. Yıldırım, zigzaklı bir yol takip ederek kollar halinde aşağı doğru iner. Genellikle şiddetli bir yağmurla birlikte görülür.
NASIL OLUŞUR ?
Yıldırım, hava iyi bir elektrik iletkeni olmadığından hemen gerçekleşmez. Yalıtılmış havanın direncini yenmek için pozitif ve negatif yükler arasında yeterli fark oluşuncaya kadar bekler. Atmosfer içerisinde bir yörüngede birkaç çift başlangıç çarpması oluşur ve ondan sonra yerden buluta doğru pozitif yüklü yıldırım takip eder.
Isınan alçak hava, gelen soğuk bir ön cephe tarafından yukarı itilir ve bulutlar içindeki pozitif ve negatif yükler birbirinden ayrılır. Yüklerin bu ayrılması, bulutun tabanında toplanan negatif yüklerin, karadaki veya denizdeki pozitif yükleri çekmesine neden olur. Bu etkileşim gerçekleştiğinde ise; pozitif yük ışığın üçte biri hızla yukarı doğru fırlar ve neon parlaklığında bir ışık oluşur.
Şimşek ve yıldırım, elektriksel direnci en küçük olan yolu izler ve arka arkaya 40’ın üzerinde zigzag çakışlardan oluşur. Yakında çakan şimşekler kuru ağaç dalları gibi çatallı görünüştedir. Bulut tepesinden stratosfere doğru boşalan şimşek ”Roket Şimşek” olarak adlandırılır.
Şimşek saniyede 90.000 mil (144.810 km.) yani neredeyde yarı ışık hızıyla hareket eder ve bir şimşeği başlangıcından sonuna kadar izlemek zordur. Hemen hemen aynı anda başlar ve sona erer. Gürleme sesi ise 3 saniyede yaklaşık 1 km. (5 saniyede 1 mil) hareket eder. Şimşek sesten 100.000 defa daha hızlıdır. Gökgürültüsünün şimşek görüldükten sonra işitilmesinin sebebi de bundandır. Bu nedenle şimşek çakması görüldüğünde, gürültüyü duymadan önce saniyeleri sayarak, fırtınanın kabaca ne kadar uzaklıkta olduğu tahmin edilebilir.
Bilindiği gibi, insan yaşamını tehdit eden doğa afetlerinden biri de yıldırım çarpmasıdır. Bu tehlike günümüzde giderek artan bir ivme kazanmaktadır.
Yıldırım çarpmalarının çoğu açık alanlarda gerçekleşmektedir. Konutlardaki yıldırım çarpmaları ise daha çok telefon görüşmeleri sırasında yaşanmaktadır. Yıldırım çarpmaları çoğunlukla ölümle veya sakat kalmayla sonuçlandığı gibi işitme kaybı, yanma ve şiddetli elektrik çarpması da diğer etkileri arasında yer almaktadır.
Dünyanın şimşek başkenti FLORİDA olarak bilinmektedir. ABD’de her yıl 800’ü aşkın insan yıldırım çarpması sonucu hayatını kaybetmektedir.
Ülkemizde de yılda tahminen 100’ü aşkın kişi yıldırım çarpmaları sonucu ölmektedir. Özellikle Karadeniz Bölgesi şimşekleri, yıldırımları ve gökgürültüleri ile ünlüdür. Çok yeşil alana sahip olması ve bol yağmur alan bölge olması, Karadeniz’i ülkemizin yıldırım ve şimşek bölgelerinden biri haline getirmiştir. Bunu Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri izlemektedir.

Bulut



Bulut nedir?

Bulut havadaki su buharının yani nemin birleşerek oluşturduğu ve kilometrelerce yukarıda rüzgarlar yardımıyla oradan oraya gezen ve bazen de yağmur olarak yer yüzüne düşen kütlelerdir.Özellikle beyaz olanlar pamuk gibi gökyüzünü süslerler.

Bulut Nasıl Oluşur?

Özellikle deniz,göl ve okyanus civarında hava ısındığında yükselir ve beraberinde nem yüklü tanecikleri de taşır.Bunlar bir nevi havadaki su buharıdır.Bu nem taşıyan sıcak hava akımı atmosferde yükselirken,atmosferin özelliğinden dolayı çevresindeki havanın basıncı ve sıcaklığı azalır.(Yukarı çıkıldıkça sıcaklık her yüz metrede yaklaşık 1 derece düşer ve her 10 metre de barometre yaklaşık 1 milibar düşer)

Etrafındaki basınç azaldığı için bu nem taşıyan hava molekülleri genleşir ve yoğunlaşarak nemin soğumasına neden olur ve sonucunda bulut oluşur.Bulut daha fazla soğudukça daha fazla nem yoğuşması olur ve su damlacıkları daha büyük bulutlar oluşturur.

Yağmur Nedir?

Tepemizde gezinen orta büyüklükteki bir bulutun(yaklaşık çapı 1 kilometre) hacmi 4 milyar metreküptür ve içinde 1 ile 5 milyon kilogram su vardır.Peki bu tonlarca ağırlık nasılda kilometrelerce yukarıda düşmeden gezinebiliyor? Bulutların bu kadar ağarlığa rağmen gökyüzünde asılı kalabilmelerinin sebebi bu su damlacıklarının çok küçük olmalarıdır. Her ne kadar bir kilometre çapındaki bir bulutta en azından 1000 ton su varsa da bu hacimdeki hava 1 milyon tondur, yani bin kez daha ağırdır. Bu nedenle de bulutlar içerlerindeki yağmur taneleri iyice oluşup, ağırlaşıp yere düşene kadar tepemizde gezinip dururlar.İşte bulutlar artık taşıyamayacağı bir kütleye sahip olduğunda yere yağmur olarak inerler. Aslında yağmur yağarken yağmur damlası oluşma işlemi devam ettiğinden bulut içindeki suyu boşaltıp bir anda kaybolmaz.

Bulutlar Neden Beyazdır?

Bulutlar oluşmaya başladığında içindeki su damlacıkları o kadar küçüktür ki,üzerine gelen ışıkları doğrudan yansıtırlar ve bu tip bulutlar pamuk gibi bembeyaz gözükürler.Ama zamanla bu su damlacıkları birleşip büyüdükçe,yani kalınlaştıkça gelen ışığı daha az yansıtırlar ve git gide daha koyu bir renk alırlar.

Yukarıda dediğimiz gibi her bulutun belli bir taşıma kapasitesi vardı ve demekki koyu renkli bulutlar bu kapasiteye yaklaşmışlardır ve bu tür bulutlar yağmur bulutu olarak bilinirler.Ayrıca yağmur bulutlarınında git gide ağırlaşan su damlacıkları bulutun altına toplandığından,bu tip bulutların tabanları üst tarafına nazaran daha koyu renkte görünür

Yağmur



İŞTE YAĞMURUN OLUŞMASI!

Yağmurun oluşmasında 2 işlem gerçekleşiyor. Yoğunlaşma ve buharlaşma. Güneş ışığının etkisi ile her gün yüz binlerce metreküp su buharlaşarak atmosfere doğru yükseliyor. Ve yükseldikçe soğumaya başlıyor. Öyle biran geliyor ki su buharı ısının çok düşük olduğu bir bölgeye geliyor.

Soğuk hava katmanına rastlayan buhar tanecikleri havadaki toz parçacıklarına tutunarak su damlaları haline dönüşüyor. Bunlar birleşerek bulutları oluşturuyor. Bu su damlacıklarının yeryüzüne düşmesi yani yağmur oluşturması için belirli bir büyüklüğe gelmesi gerekiyor. Bu da yüz binlerce su damlacığının birleşmesi anlamına geliyor. Yeterli büyüklüğe ulaşınca yerçekiminin etkisiyle yere düşmeye başlıyor. Bütün bu anlattığımız işlemler ise ortalama 8 gün sürüyor.

Sizlere bir soru; yağan yağmurun süresi neye bağlı? Bir bulutun yarısı yağmur olarak yağar bu da tahminen 30 dakika sürer. Ama bulutlar devamlı oluşursa yağmur günlerce yağar.

Peki hava kapalı olduğu halde bazen yağmur yağmaz bunun sebebi ise; su damlalarının sıcak ve kuru bir hava katmanından geçiyor olmasıdır. Burada su damlaları yeniden buharlaşır ve yağmur oluşmaz.

Hiç dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, sağanak yağmur yağarken ilk taneler her zaman daha iridir. Bunun sebebi de yağmur damlalarının yeryüzüne inerken soğuk ve nemli hava ile karşılaşmasıdır. Soğuk ve nemli katmandan geçen damlalar buharlaşmadan yeryüzüne inerler. Bu sırada hacim yönünden büyüdükleri gibi havanın nemini de aldıkları için daha da büyürler. Ve sağanak yağmurda ilk taneler daha büyük olur. Arkadan gelen damlalar ise nemi azalmış bir katmandan geçtikleri için ilk tanelerden daha küçüktür.

Yağmurun yağması için su damlalarının belirli bir büyüklüğe gelmesi gerektiğin söylemiştik. Bu da damlaların birbiri ile birleşmesi ile olmaktadır. Bu birleşme 2 türlü olur. Çarpışma ile birleşme ve kristalleşme ile birleşme.

1-Çarpışma İle Birleşme:
Buluttaki su tanecikleri rüzgarın etkisi ile bir oraya bir buraya itilirler. Birbirlerine çarptıkça birleşerek su damlacıklarını oluştururlar. Oluşan su damlacıkları da kümeleşerek su damlalarını meydana getirirler. Bu damlalar belirli bir ağırlığa ulaşınca havadan daha ağır hale gelerek yere yağmur olarak düşerler.

-Kristalleşme Yolu İle Birleşme: Hava sıcaklığı birdenbire düşerse su tanecikleri donarak buz kristallerini oluştururlar. Bu kristaller yere düşerken daha sıcak bir hava katmanının içinden geçer. Burada eriyip yeryüzüne yağmur olarak iner.

Bu yazımızda sizlere yağmurun oluşmasını anlatmaya çalıştık. Yağmur deyip geçmeyin. Bakın öğrendiniz bile nasıl oluştuğunu

Topragimiz


Toprak; kayaların ve organik maddelerin çeşitli derecedeki ayrışma ürünlerinden meydana gelen, içinde geniş bir canlılar topluluğu barındıran, bitkilere durak yeri ve besin kaynağı olan ve katı yer kabuğunun, uzun zaman içerisinde belirli özellikler kazanan en üst kısmını saran doğal, dinamik bir yapıdır.
Toprak, atmosfer, hidrosfer ve biyosfer ile temas halinde bulunan yeryüzüne çıkmış, kayalar, mineraller ve organik maddelerden ibaret toprak ana materyelinin fiziksel parçalanma ve kimyasal ayrışması sonucunda oluşmaktadır. Bu oluşumda az çok birbirini izleyen fiziksel, kimyasal ve biyolojik olaylar büyük rol oynarlar.

Fiziksel parçalanma olaylarının başında, sıcaklık değişmeleri, ıslanma, kuruma, donma-çözülme, bitki köklerinin ve diğer canlıların mekanik etkileri olmak üzere, materyal üzerindeki basıncın azalması, tuz bırakması ve tuzların hidrasyon, akarsu, buzul ve rüzgarların etkileri sayılabilir.

Toprak oluşumuna hizmet eden kimyasal olayları da, oksidasyon, redüksiyon, hidroliz, hidrasyon-dehidrasyon, kompleksleşme, karbonatlaşma ve çözünme şeklinde sıralamak mümkündür. Biyolojik olaylar ise etkinliklerini parçalanma ve ayrışmaya katkıda bulunmak suretiyle gösterirler.
Fiziksel parçalanma ve kimyasal ayrışma, belli koşullara sahip doğal bir çevrede (belli iklim ve bitki örtüsü) uzunca bir zaman süresi içerisinde, belli topografyaya sahip olan bir ana materyal üzerinde gerçekleşir.

orman nedir

Orman denilince akla sadece ağaç ve ağaçcık toplulukları gelmemelidir. Orman canlı ve büyük bir sistemdir. Bu sistem içerisindeki ağaçlar, hava, su, toprak ve diğer otsu ve odunsu bitkilerle, mikroorganizma ve hayvanlarıyla kendine özgü kapalı bir dünya, bir ekolojik sistem oluşturmaktadır. Orman ekosistemi ağaçlarla birlikte diğer bitkiler, hayvanlar, mikroorganizmalar gibi canlı varlıklarla toprak, hava, su ve sıcaklık gibi fiziksel çevre faktörlerinin oluşturdukları karşılıklı ilişkiler dokusunu simgeleyen bir doğa parçasıdır.

Orman, belirli yükseklikteki ve büyüklükteki ağaçlar, çalı, otsu bitkiler, mantarlar, mikroorganizmalar ve çeşitli hayvanlarla, toprağın birlikte meydana getirdiği, aynı zamanda topluma çeşitli faydalar sağlayan bir ekosistem.
Kendisini meydana getiren bireylerin uzun yıllar karşılıklı etkileri sonucu yerleşmiş, biyolojik bir dengeye sahiptir. Bu denge ormanların sağlığı ve varlığı için şarttır. Bu denge olmadıkça, ormanların sağlığı ve varlığını korumak çok güç, hatta imkânsızdır.

Ormanlarimiz



Birazda orman konusuna diyinelim ormanların günlük yaşantıımızdaki önemi ormani faydasını yararını açıklayarak ormanımızın önemlini burada deyinelim.,

Doğal olarak yetieşm veya emakle yetiştirlen ağaç ve ağaçcık toplulukları yerleri ile birlikte orman olarak tanımlarız. Bununla birlikte orman yalnızca ağaç ve ağaççıklardan ibaret değildir. orman ağaçalar hava su toprak ve diğer otsu ve odunsu bitkiler ve hayvanlarıyla kendine üzgü kapalı bir dünya bir ekolajik sistemdir. Ormanlarımız genelliklle deniz kıyılarımızda yada kıyılarımıza yakın yerlerde yoğunlaşırlar.

Doğamızı korumak için neler yapmalıyız



Doğamızı koruyalımmı arkadaşlar tabiki koruyalım doğamızı korumak vede yaşatmak bizlerin ellerinde yapmamız gereken şeylerin başında öncelik bize düşüyor. Biz doğamızı sevelimki doğamızda bizi sevsin uzun yıllar bizlere koku rahatlık vede huzur versin
Doğamızı korumak için nelere yapmalıyız öncelikle bunlardan bahsederek konumuza giriş yapalım. Başta çevre kirliği geliyor. çevremizi kirletmeden yerlere çöp atmadan doğamızı yaşatmalıyız. Diğer bir kaç hususta bilinciz ağaç kesimleri ağaçlarımızı kesmemeliyiz ağaçlarımız bize koku vede rahatlık sağlıyor.Unutmayalımki ormansız hayat doğasızda insan olmaz.